Size basit ama rahatsız edici bir soru: Sanatçı mısınız, yoksa sanatçı rolünü oynayan birer figüran mı? İlki, dünyanın karmaşasını anlamak ve ona yeni bir form önermek için zekâsını kullanır. İkincisi ise, sanat dünyasının beklediği jestleri, söylemleri ve pozları ezberleyip alkış toplar. Biri spot ışıklarının altında parlar, diğeri atölyenin sessizliğinde düşünür. Biri “network” inşa eder, diğeri anlam. Son yirmi yılda tüm sistem, sanatçıdan çok figüran yetiştirmek üzere yeniden tasarlandı. Galeri sistemi, sosyal medya, bienal kültürü… Hepsi sizden gösterinin bir parçası olmanızı talep ediyor. Ancak unutmayın: Gösteri bittiğinde geriye sadece eser kalır. Ve eseri ayakta tutan şey, popülerlik değil, ardındaki zekâdır.

Bu ağırlık kayması yüzünden pratikler zihinsel olarak yumuşadı. Sanatçının ilgi çekici personasını, sanatsal yetkinlikle karıştırmaya başladık. İyi bir “artist talk” performansı, sağlam bir kavramsal altyapıdan daha önemli hale geldi. İyi hissettiren yakınlık, zihni zorlayan eleştiri kadar değer gördü. Aklın keskin köşeleri, sosyal ağların sıcak bağları ve “like” ekonomisi ile değiş-tokuş edildi. Oysa karizma, kavramın yerini tutamaz. Popülerlik, kalıcılığın garantisi değildir.  Ve bunu unutmanın bedelini, kavramsal olarak boşaltılmış, yalnızca yüzeyde parlayan işlerin enflasyonuyla görmeye başladık. Sanat fuarları ve sergiler, çoğu zaman birbirine benzeyen estetik eğilimlerin geçit törenine dönüşüyor ve geriye birkaç “Instagram anı” dışında bir şey kalmıyor.

Bir eserin ömrünü artıran şey berrak niyet ve tutarlı yöntemdir. Zekâ da bu yüzden rahatsız eder. Varsayımları sorgular, ortama hoş gelecek cümleler kurmak yerine kanıt arar. İnsanların “kendileri gibi” sanatçılar istediğine dair bir inanç var. Ama kimse “tıpkı kendisi gibi” bir cerrah tarafından ameliyat edilmek istemez. Ya da formel ve teknik yetkinliği zayıf bir mimarın tasarladığı binada oturmayı kim tercih eder? Öyleyse sanatta neden daha azını talep edelim? Bizden daha iyi, daha keskin, daha berrak zihinlere ihtiyaç var. Bu, kimseye hakaret değil. Sanatın varlık koşulu.

Sorun yetenek kıtlığı değil. Yetenek her yerde. Sorun yetkinlik, ciddiyet ve zekâ açığı. Bu açığı kapatanlar aynı biçimde çalışır: Paniklemezler, işlerler. Gürültü çıkarmazlar ancak muğlak da konuşmazlar. Daha iyi sorular sorarlar. Kendilerinden ve işlerinden daha iyi cevaplar talep ederler. Ne düşüneceklerini bir başkasından beklemezler. Gündemlerinin beş adım sonrasını şimdiden denerler. Bu tutum kibir değildir. Sorumluluk duygusunun kendisidir.

Bugün sanatçıdan beklenen şey, duygulara tercüman olmak gibi sunuluyor. Duygu kıymetli, fakat tek başına yön vermez. Acımızı hisseden daha fazla sanatçıya ihtiyacımız yok. Sorunu çözümleyebilen sanatçılara ihtiyacımız var. Kafa karışıklığını yansıtmak kolaydır. Kargaşanın içyüzünü görmek ise emek ister. İhtiyacımız olan, karmaşayı çözümleyen, malzemeyi konuşturan, bağlamı berraklaştıran sanatçılar.

İzleyicinin hızlı dikkat süresi ilk başta hoş gelse de ölçüt değildir. En iyi durumda bir potansiyeli gösterir. Asıl mesele, o potansiyele ne yaptığınızdır. Bu noktada izleyicinin zekâsına ve düşünme kapasitesine güvenmek, bir yaratıcı olarak vereceğiniz en cesur karardır. Unutmayın, izleyici sizin zihinsel bir diyalog ortağınızdır. İzleyicinin düşünme kapasitesine güvenin. Onlara sadece ne düşüneceklerini söylemek yerine, nasıl düşünebileceklerine dair yeni meraklar sunun. Çünkü esas başarınız merakı, düşünmeye dönüştürmek olacak.

Buradan pratik adımlara geçelim. Sanat dünyasının takvimi (sergi tarihleri, fuarlar, son başvuru günleri) sizi sürekli üretmeye ve çoğu zaman yarı pişmiş işler sunmaya zorlar. Bu tuzağa düşmeyin. Çalışmanızın merkezine bir takvim değil, sizi gerçekten meşgul eden bir soru veya bir problem koyun. O soru çözülene, o problem estetik ve kavramsal olarak tatmin edici bir forma ulaşana kadar çalışın. Bazen bir sergiyi kaçırmak veya bir süre “görünmez” olmak anlamına gelse bile, uzun vadede sizi daha yetkin kılacaktır. Unutmayın, nitelik, her zaman niceliği yener.

Her işin başına tek bir soru yazın: “Hangi varsayımı test ediyorum?” Ardından iki başlık görünür dursun: niyet ve yöntem. Niyet, sorduğunuz soruyu gösterir. Test ettiğiniz varsayımın ardındaki nedendir. Yöntem, izlediğiniz yolu. Sorunuz (belki de sorununuz), çalışmanızı kişisel bir ifadenin ötesine taşıyarak bir araştırmaya dönüştürür. “Güzel bir şey yapmak” gibi muğlak bir hedeften, “Eğer X yöntemini kullanırsam, Y etkisini elde edebilirim” gibi test edilebilir bir hipoteze geçmenizi sağlar. Projenizin entelektüel omurgasını bunun üzerine kurun. İş bittikten sonra iki cümlelik bir okuma anahtarı ekleyin. Yanlış anlaşılma riskini azaltır. İlk cümle niyeti, ikinci cümle ise bu niyete ulaşmak için seçilen kilit yöntemi özetlesin. Örneğin: “Bu çalışma, izleyicinin zaman algısını kırmayı hedefler (Niyet). Bunu, tekrar eden görsel döngüleri minimal ses tasarımlarıyla birleştirerek yapar (Yöntem).” Bu anahtar, eserinizi “açıklamak” değil, tartışmayı verimli bir zemine taşımak içindir.

Eleştiriyi itibar için istemeyin. İsabet için talep edin. Alkış geçicidir, isabetli eleştiri ise kalıcı bir gelişim sağlar. Görüşmelerde şu sırayı koruyun: önce amaç, sonra kanıt, en sonda yorum. “Beğendin mi?” gibi kapalı bir soru yerine, “Niyetimi ve yöntemimi anlatan okuma anahtarını düşündüğünde, sence bu çalışma hedefine ulaşıyor mu? Nerede zayıf kalıyor?” gibi net bir soru sorun. Savunmayı ise erteleyin. Eleştiri anında savunmaya geçmek, en doğal ama en verimsiz reflekstir. Teşekkür edin, not alın ve susun. Zihniniz o anda kendisini korumaya çalışır. Notlarınızı alın ve dosyayı kapatın. En az bir hafta bekleyin. Bu süre, duygusal tepkilerin yatışmasını ve eleştirileri soğukkanlı bir gözle değerlendirmenizi sağlar. Bir hafta sonra yapacağınız revizyon, panikle değil, akılla yapılmış olacaktır.

Reddin duygusal yükünü ve zihinsel maliyetini asla hafife almayın. Reddedilmek, en sağlam iradeyi bile bir anlığına sarsabilir, motivasyonu tüketebilir ve projenin üzerine bir şüphe sisi indirebilir. Bu yorgunluk gerçektir ve önce bunu kabul etmek gerekir. Yine de içinde değerli bir bilgi saklıdır. ör noktalarınızı, argümanınızdaki zayıf halkaları veya niyetinizin tam olarak karşıya geçmediği yerleri acımasız bir netlikle işaret eder. Bu yüzden ilk adımınız her zaman şu olmalı: Profesyonel ve soğukkanlı bir dille gerekçe isteyin. Amacınız hesap sormak değil, veri toplamaktır. Gelen cevabı (veya cevap gelmese bile kendi özeleştirinizi) kullanarak bir sonraki aşamaya geçin: Bir sayfalık bir revizyon planı yazın. Bu plan, duygusal enkazdan çıkıp somut eyleme geçmenin en hızlı yoludur. Son ve en kritik adım ise bu planı disiplinle uygulamaktır. Reddin yarattığı ataleti kırmanın tek yolu budur. Unutmayın, en başarılılarımız reddi en verimli şekilde kullananlardır.

Modern bir yaratıcının araç setinde iki vazgeçilmez unsur bulunur: Biri geçmişi sağlamlaştıran bir çapa, diğeri geleceği hızlandıran bir motordur. Çapa, kişisel arşivinizdir. Duygusal dalgalanmalara karşı sığınağınızdır. Hafızanız sizi yanıltabilir, mevcut modunuz geçmiş başarılarınızı gölgede bırakabilir. Arşiv ise objektif bir kayıt sunar. Sadece bitmiş işleri değil; prototipleri, başarısız denemeleri, reddedilen taslakları ve alınan tüm geri bildirimleri saklayın. Her dosyayı tarihle ve standart bir versiyon ismiyle kaydedin. Bu, gelişiminizi somut olarak izlemenizi sağlar. Arşiv, soyut özgüven yerine somut olgular üretir. Olgular ise üretkenliğinizi en zor zamanlarda bile taşır ve size ne kadar yol kat ettiğinizi kanıtlar.

Şimdi gelelim motora. Yapay zekâyı, yaratıcı sürecinize zekice entegre edilmiş bir hızlandırıcı olarak görün. Yaratıcılığınızı ikame etmesine izin vermeyin, ancak bırakın en büyük destekçiniz olsun. Araştırma süreçlerini kısaltmak, bir konseptin görsel veya metinsel varyasyonlarını hızla denemek, uzun metinleri özetlemek veya sadeleştirmek için idealdir. Ancak dikkatli olun, yapay zekâ, “ne?” ve “nasıl?” sorularına cevap verebilir ama “neden?” sorusunu soramaz. Stratejik yönü, etik çerçeveyi ve nihai estetik kararı siz belirlersiniz. Sorumluluk devredilemez. Araçlar imza atmaz. Yapay zekânın ürettiği her şey, sizin filtrenizden, muhakemenizden ve onayınızdan geçmeden nihai eserin bir parçası olamaz. Nihai karar ve eserin altına atılacak imza size aittir.

Ve en önemlisi: Sizi kimin değerlendirdiğine ve hangi mercekten baktığına dikkat edin. Küratör mü, galeri yöneticisi mi, akademisyen mi, kurumun satın alma kurulu mu, yoksa aslında bir algoritma mı? Her birinin teşvikleri farklı. Biri riskten kaçınır. Biri yeni isim arar. Biri koleksiyon mantığıyla düşünür. Biri görünürlüğe oynar. Aynı işe bakan iki göz bambaşka gerekçelerle karar verebilir. Bu yüzden sürecin başında ölçütleri sorun. Mümkünse yazılı ölçüt isteyin. Sunumdan sonra mutlaka geribildirim talep edin ve bunu tarih atarak arşivinize kaydedin.

Sizi değerlendiren bakışın dili ipucu verir. “Hissettiriyor” türünden muğlak cümleler geliyorsa örnek ve karşı-örnek isteyin. “Bu iddianın kanıtı nerede güçlenir?” gibi net sorularla tartışmayı somutlaştırın. “Estetikmiş, hoşuma gitti, çok etkileyici gibi cümleler” bir zevk beyanıdır. Sizi geliştirecek olan profesyonellik, vasat zevk beyanlarının ötesinde. Mesela “tez–yöntem uyumu yerinde” bir yöntem beyanıdır. Malzeme, formal yapı, kavram-biçim tutarlılığı… Önemli ölçütlerdir. Profesyoneller ve alanında uzmanlar ile çalışmaya özen gösterin. Zevk değişken olur. Yöntem ise karar zinciri kurar. Kendi dosyanızda bu ayrımı görünür kılın; niyet ve yöntem başlıklarını baştan açık yazın.

Güç ilişkilerini okumak da sürecin parçası. Çıkar çatışması ihtimali var mı? Ücretsiz iş isteniyor mu? Sözleşme eksik mi? Sadece takipçi sayısına bakan bir değerlendirme yapısı var mı? Bu tür sinyaller birer kırmızı bayrak. Karar sizde. Zamanınızı ve işinizi hangi masaya koyduğunuzu bilin. Uygun değilse nazikçe çekilin. Uygunsa şartları netleştirin ve takvimi yazıya dökün. Son cümle net kalsın: Sizi kim görüyor? Hangi kriterle görüyor? Bu iki sorunun cevabı, işinizin kaderini sessizce belirler. Doğru masayı seçtiğinizde üretiminiz nefes alır. Doğru kriteri görünür kıldığınızda tartışma derinleşir. Bugünden itibaren her başvurunun yanına küçük bir not ekleyin: “Ölçütler, geribildirim, takvim.” Bu üçlü, yolunuzu temizler ve eserin düşünce taşıma kapasitesini açar.

Tekrar hatırlatmalıyım. Bir yetenek krizinde değiliz. Bir yetkinlik krizindeyiz. Şunu bilin ki spotlar her zaman söner ve kalabalıklar eninde sonunda dağılır. Bu kaçınılmazdır. Sizin göreviniz o an geldiğinde hazırlıklı olmaktır. Geriye dönüp baktığınızda eserinizin ayakta kalmasını sağlayan şeyin, topladığınız alkışlar veya popülerliğiniz olmadığını göreceksiniz. Onu ayakta tutan, en zorlu ve en yalnız anlarınızda, berrak niyetinize sadık kalarak kurduğunuz yöntem ve asla pes etmeden çalıştırdığınız zekânızın ta kendisi olacaktır. Geleceğe bıraktığınız miras, bu ikisinin toplamıdır.

 

Dr. Çağatay Olgun