Bu çağın insanını bilirsiniz. Çevresini olanca hızla metalaştırarak yıkıma sürükleyen, yaşadığı gezegeni bile hiçe sayan ve bu uğurda kendini bile ölüme götüren o doymak bilmez açlığı… Elbet bu altını çizdiğim noktadan sonra insan şaşırma yetisini kaybediyor, “her şeyi beklerim bu insanlıktan” denilen noktada bambaşka bir durumla çıkıveriyor karşınıza. Belki de elindeki son mermiyi de dönüp kendine sıkıyor veya kanser hücresi son tahlilde kendini yiyerek ölüyor.
Sanat piyasasının dili… Rakamlar ve küratörler üzerinden ilerleyen, sanatçının müptela gibi bağımlı kılınarak vitrine konduğu bir düzenin spotlar altındaki süreci, her geçen gün artarak, seri adımlarla yoluna devam ediyor. Modernizm ile başlayan “yıkım” ve “Tanrı’nın ölümü” son perdede, insan varlığını ayaklarından asıp alaşağı ederek onu bir tuval haline getirdi. Evet, bir tuval!
Wim Delvoye isimli sanatçının yaptığı “Tim” isimli çalışma bir dövme olarak Tim Steiner sırtında yer alıyor. 2006 yılında Tim ile irtibata geçen sanatçı, onun sırtına, omurgası boyunca bir Madonna resmi yapmış ve o an itibariyle Tim’i bir sanat eserini taşıyan canlı bir tuval haline getirmiş. Benzer işleri ilk olarak 1997 yılında domuzlar üzerine yapan Delvoye, kutsal imgeler başta olmak üzere marka logolarını ve çeşitli desenleri de bu hayvancıkların üzerine kazımış ve bu tip işlerin de öncüsü olmuş biri. Aynı zamanda kendisi de bir dövmeci olan Tim ilk sergisinden bu yana dünyanın çeşitli yerlerine giderek bu “sanat eseri olma” halini iş haline getirerek para kazanır hale gelmiş. 2008 yılında üzerindeki eserin Alman küratör Rik Reinking’e 150.000 € karşılığında satılmasından sonra satışın 3’te 1’ini alan ve şimdilerde 40 yaşına basan Tim, o sergi senin bu sergi benim gezmekte. Son olarak Avustralya’daki Mona müzesindeki sergi Coronavirüs önlemleri kapsamında kapatılınca Tim “bir eser olarak” sergideki yerini almaya devam etti. Şayet Tim’in galerideki yerinde izlemek isterseniz bir canlı yayın linki bile mevcut. Tıklayarak izleyebilirsiniz.
Başlangıç olarak; domuzların bir sanat oyuncağı haline getirilerek dövme yapılmasını ve onların ait olmadığı mekânlarda sirk hayvanı muamelesi görmesini içime sindiremiyorum. Bu hayvan hakları kapsamında başka bir tartışma konusu. Ben Delvoye’nin meydana getirdiği “eser” üzerinden konuşmak istiyorum. Konuyu ortadan açarsak Tim’in sırtına ne yaptırdığı aslında kimseyi ilgilendirmiyor. Böylesi bir yolla sanat piyasası içinde kendine geçim kaynağı yaratması da eşine az rastlanır bir durum olduğu ortada. Bir nevi sanat emekçisi gibi yaşayan bir tuval kendisi. Buraya kadarı anlaşılabilir. Fakat Tim öldüğü zaman derisi kesilip eser sahibinin koleksiyonunda çerçevelenecek olması hayli kan dondurucu bir durum olduğunu düşünüyorum. Tepki gösterdiğim şey, bir insan derisinin sanat nesnesi haline getirilerek alınıp satılması.
İnsanın ve ona ait herhangi bir parçanın, uzvun, piyasa koşulları çevresinde alınıp satılıyor olması, doğuştan gelen varlık bütününün metalaşması, “insanlık” düşüncesine dair bir algının çökmesi tehlikesini barındırdığı kanaatindeyim. Bir şeyin fiyatının olması, onun değerlendirilmesi hususunda mülkiyet hakkının da olabildiği düşüncesini uyandırmakta ve toplumların uzlaştığı bazı değerlerin yitimi, ileriki çağlarda başka tür kölelik modellerinin kanıksatılmasının kapılarını araladığı düşüncesindeyim. Bu modellerin sanat ortamı içerisinde aşılmaya çalışılması, sanatın dönüştürücü gücü düşünüldüğündeyse hayli ürkütücü. Yakın tarihte buna benzer bir olayı, daha insanlık dışı yollarla gerçekleştiren birinden örnek vermek isterim. Belki mevzu tam olarak birbiri üstüne oturmasa da geliş yolu üzerinden benzerlikler gösterdiğine kuşku yok.
Nazi Almanya’sında toplama kamplarından biri olan Buchenwald Toplama Kampı’nın komutanı Karl-Otto Koch’un karısı olan Ilse Koch’un kan donduran bir koleksiyon anlayışı vardı. Ilse, mahkûmlar arasında ilgisini çeken dövmeli derileri kendine alarak onlardan abajur yaptırmış ve buna benzer diğer yaptığı faaliyetler de düşünülerek yargılandığı mahkemede ömür boyu hapis cezası almıştı. O zaman Ilse’yi Buchenwald’ın Cadısı olarak anan toplumun bazı kesimleri bugün bir sanat anlayışı olarak Delvoye’yi alkışlayabiliyorlar. Her ne olursa olsun bu anlayışa karşı hâlâ yoğun bir tepki de varlığını koruyor. Tim Steiner verdiği röportajda bu konudan yakınarak, son katıldığı sergi hariç diğer tüm sergilerde hakaretlere ve tepkilerle karşılaştığını itiraf ederek, tedirginliğini belirtişti. Tim her ne kadar “bu benim kaderim ve hayatımın anlamı” diyerek içinde bulunduğu durumu bireysel bir noktaya indirgese de, bu tarz işlerin kanıksanması ilerleyen zaman diliminde yanlış noktalara savrulmamıza neden olacaktır.
Gelinen noktayı sanat piyasası üzerinden bağlarsak:
Sipariş usulü başlayan klasik sanat faaliyeti modernizm ile birlikte sanatçının ürettiği bir eseri satması, pazarlaması noktasına evrilmişti. Kavramsal sanatın ağırlık kazanmasıyla eseri düşünsel olarak var edenler ön plana çıkmış ve bu kişiler kontrol ettikleri finansal kaynaklarla projelerini gerçekleştirerek bazı rol değişimine sebep olmuştur. Sanata yaklaşımlarındaki girişimci akıl bu tarz kişileri daha sansasyonel olmaya ittiği de bir gerçektir.
Eseri tasarlayan “sanatçı”, eseri gerçekleştiren sanat erbabını ise “kiralık işgücü” kademesine itilerek, sanat adına yapılan bir işin son küçük halkası sanatçının kendini oluvermektedir. Öylesine ki, bazı sanatçıların yaptığı işler isim hakkı satılarak başka “sözde sanatçıların” isimlerine devredilmektedir. Tam bu noktada isimleri bile satın alan bu anlayış gelip derilerimizin altına kadar sızmıştır ve eskiden bildiğimiz galeri/küratör/sanatçı denklemi bu yeni çağın sanat piyasası anlayışına göre hayli masum kalmaktadır.