Korku sözcüğü, “Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü (1); Kötülük gelme ihtimali, tehlike, muhatara (2); Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, solunum ve kalp atışı hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu (3)”1 anlamlarıyla dilimizde karşılık buluyor. Korku anlatımı ise insanlığın ilk zamanlarından beri süregelen bir durum. Sözcük anlamındaki “Kötülük gelme ihtimali, tehlike, muhatara” ifadesi, korku anlatımının temelini oluşturan karşılıktır. Öyle ki bilim yokken binlerce yıl önce insanlar doğayı efsanelerle açıklarken aynı zamanda da mitlerini ve öykülerini korku anlatımıyla zenginleştirmiş. Bu bakımdan anlatılan ilk korku anlatılarının “şeytanlar, kötü ve karanlık ruhlar ve cinler” olduğunu söyleyebiliriz. Amacına hizmet eden her şey gibi korku anlatımı da zamanla dönüşmüş ve -tabir yerindeyse- evrim geçirmiştir. Hatta bu anlatı, yukarıda belirttiğim ikinci anlam karşılığındaki gibi “kötülük gelme ihtimali” mesajı verilerek uyumayan çocuklara bile; onların korkularından faydalanılarak öyküler, masallar, telkinler yaratılmıştır. Bugün bile iğne vurulma korkusu, polis korkusu, terk edilme korkusu vb. gibi anlatı ve telkinlerle korku anlatımı; hayatımızın bir rutini olarak devam etmektedir. Bu yazımda, sinemada korku anlatımının ilk dönemlerini, değişimini, bu değişime kaynaklık eden olguları, yansımalarını ve yaşanılan süreci ele alacağım. Keyifli okumalar dilerim.
Sinema tarihinin ilk korku filmi olarak, 1896 yılında ünlü Fransız yönetmen Georges Méliès’in çektiği “Le Manoir du Diable” adlı eser gösterilebilir. 3 dakikalık bu filmde, bir yarasanın şeytana dönüşerek yaptığı kötülükler konu edinir. Yani yapılan ilk filmde, dini metinlerden “Şeytan”ın kullanıldığını söyleyebiliriz. Zaten bu ilk film ve yirminci yüz yılın ilk çeyreğine kadar çekilen diğer korku filmlerinde, genel olarak “şeytani güçler” konusu ele alınmıştır. “Nosferatu, Dr. Caligari’nin Muayenehanesi” gibi filmler buna en güzel örneklerdir. İlk dönemde kullanılan bir diğer kaynak ise edebiyattır. Romanlardan, masallardan, efsanelerden sıkça yararlanıldığı görülmekle beraber bu eserlerin ciddi anlamda “uyarlandığı” ortadadır. Örneğin Mary Shelley’in 1818 yılında yayınlanan Frankenstein romanındaki ana karakter Dr. Victor Frankenstein olmasına rağmen sinemada, doktorun yarattığı “akıllı” yaratık ağırlıklı olarak işlenmiştir. Bu uyarlamalar, birçok eserin beyazperdeye yansımasında karşımıza çıkar. 2
Büyük Savaş’tan sonra Avrupa’da suç oranı artmıştır. Yoksulluk ve psikolojik yıkımın asıl etkileri iki büyük savaşın ortasında kendisini göstermiş; özellikle savaş ve hastalığın getirdiği “ölüm” konusu, insanların uzun süre gündemine oturmuştur. Bu ortamda da zombi filmlerinin ilk örnekleri yapılmıştır. Aynı zamanda çocuk kaçırma, cinayet gibi suçlardaki artış da beyazperdeye taşınmıştır. Bu dönemdeki en temel ve yaygın olgu ise savaşın getirdiği ekonomik problemler ve açlıktır. Kitlesel kaygı, ruhsal bunalımlar, özellikle dışavurumcu Alman Sineması’nda çok güzel örneklerle işlenmiştir. Bu bölümde anlattığımız konulara “White Zombie, M: Bir Şehir Katilini Arıyor, Dr. Caligari’nin Muayenehanesi” gibi filmleri örnek verebiliriz. Özellikle “Dr. Caligari’nin Muayenehanesi” sinema tarihinin o güne kadar yapılmış en ciddi işlerinden birisi olarak kabul edilir. Dönemin ruh halini çok başarılı bir şekilde beyazperdeye aktarmıştır.
Olgunlaşma dönemini gerçekleştiren korku sineması, 2. Dünya Savaşı’nın bitişinden itibaren 1970’li yıllara kadar “canavar” filmleriyle dolmuştur.3 Bunun en büyük nedeni, kimyasal savaş korkusudur. 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının ardından canlılarda gözlemlenen değişimler, korku sinemasında yoğun ilgi görmüş; yıllardır kullanılan ve artık eskisi kadar ilgi görmeyen konular yavaş yavaş gözden kaybolmaya başlamıştır. Bu dönemde Godzillalar, Kara Göl’den çıkan mutasyon geçirmiş canavarlar sinemanın yeni kötüleri olmuştur. O dönemde oluşturulan bu mutasyon geçirmiş korku karakterleri, günümüzde süper kahraman filmlerine ve macera filmlerine transfer olmuştur. Kimyasal savaş korkusuyla yaygın olarak yapılan sığınaklar da korku sinemasına yansımış, özellikle 60’lardan itibaren korku filmlerinin yeni mekanları olarak kullanılmıştır. Sığınaklar artık cinayetlerin işlendiği, kötü ruhların saklandığı yerler olarak izleyiciye sunulmuştur.
Burada 70’lerden itibaren yaygınlaşan seri katil filmlerine geçmek ve aradaki bağı kurmak gerekiyor. 1960’ların sonunda başlayıp 1970’lerde tavan yapan seri katil cinayetleri, toplumda yeni bir korku algısı doğurmuştur. Ted Bundy, Charles Manson, Zodiac gibi “popüler” seri katillerin işlediği ve uzun yıllar konuşulan cinayetler; korku sinemasında yeni bir akım başlatmıştır. Başta, yoğun şiddet görüntülerinden dolayı tepki toplayan filmlerden halen yasaklı olanlar bulunmaktadır. Özellikle 1970’lerin sonundan itibaren ve yoğun olarak 1980’lerde bu türün çokça örneklerine rastlanılır.
Yeni yüzyılla birlikte küresel yok oluş, korku filmlerinin yeni konusu olarak karşımıza çıkar.4 Bu tür filmlerde korku ve macera birlikte işlenerek aslında korku sinemasından farklı bir basamak oluşturulmuştur. Şeytani güçlerle başlayan korku anlatımı, her zaman güncel kalmış ve yazımızda da belirttiğimiz gibi dönemin ruh halini ortaya koymuştur. Soğuk Savaş döneminde işlenen konular elbette sonraki yıllarda da kullanılmıştır, fakat bu yazıda, korku filmlerindeki konuların kaynağını ve sinemaya olan etkisini işlemeye çalıştım. Son olarak Alfred Hitchcock filmlerine değinmememin nedenini belirtmek isterim. Hitchcock sineması, korku anlatımından çok merak ve belirsizlik anlatımıdır.5 Hitchcock’u başka bir yazıda ele almak daha uygun olacağından bu yazıda o türe yer vermedim. Sinema dolu günler dilerim.
Dipnotlar
1 Türk Dil Kurumu. (2011). Türkçe Sözlük. (11. Baskı). Ankara: TDK Yayınları. (s. 1482).
2 Thomas Edison tarafından çekilen 1910 yapımı “Frankenstein” filmi bunun ilk örneklerindendir.
3 On yıllara göre korku filmlerinin basit bir listesine Wikipedia’nın “Korku Filmleri” maddesine bakılabilir. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Kategori:Ony%C4%B1llar%C4%B1na_g%C3%B6re_korku_filmleri)
4 “Ben, Efsaneyim, 28 Gün Sonra, Resident Evil” gibi filmler bu “yeni korku” anlayışının başarılı örnekleri arasında sayılabilir.
5 Steven Jay Schneider. (Genel Editör). (2006). Ölmeden Önce İzlemeniz Gereken 1001 Film. İstanbul: Caretta Kitapları. (s. 165, 300, 301, 386, 387).
Yazar: Gökhan Genç