Tanrı’nın yokluğuyla karşı karşıya kalan insan, artık yazgısı belirlenmemiş ve yalnızdır. İnsan kendisini tanrısız, değersiz, özsüz olarak duyumsar. Tanrı’nın yokluğuyla beraber, geleneksel değerler de yıkılır. İnsan artık değerlerden ve toplumsal kurallardan soyutlanmıştır. Bu durumda insan, özünü kendisi yaratmaya başlar. Çünkü o, özü varoluşundan sonra gelen bir varlıktır.
Şeytan ve Yüce Tanrı oyunundaki Goetz karakteri, kendi varlık yapısını özgür seçimleri ve iradesiyle oluşturarak varoluşunu meydana getirir. Sartre’a göre insan kendini yoktan var etmez; birçok seçim ve karar aracılığıyla kendi özünü oluşturur. İnsan varoluşunu gerçekleştirebilmesi için gerekli olan özgürlüğü taşır. Ve Goetz özgürlüğünün oyun boyunca farkındadır, eylemlerinin hepsi bilinçlidir.
İnsanın, insan olmaktan dolayı sahip olduğu en belirleyici özelliği özgürlüğüdür.
“İnsan, içinde bulunduğu halin koşullarına bağlı olmakla birlikte, basite indirilmeyecek bir varlıktır; onun önceden kestirilemeyen, olanaklar halinde olan bir yanı vardır. İnsanın bu yanı, özgürlükten başka bir şey değildir. Özgürlük, ne insan tabiatının fizik üstü bir gücü, ne her istediğini yapma özgürlüğü, ne de zindanda bile elimizden alınamayan bir iç sığınaktır.” (109 sf. Sartre, J. P. (1998). Denemeler)
Özgürlük, insan tabiatına bağlı bir özellik değil, insan tabiatının kendisidir. İnsanın varlığı ve özgürlüğü arasında hiçbir fark yoktur.
Sartre, doğuştan gelen özellikleri ve özgürlüğü ortadan kaldırabilecek nesnel doğrulukları kabul etmez. İnsanın bütün niteliklerini özgür eylemleriyle gerçekleştirdiğine inanır. Önceden hiçbir düzen ve varlık verilmemiş olan insan, kendi gerçekliğini eylemleriyle, bir şeyler yaparak gerçekleştirebilir. İnsan, ancak kendi olanaklarını gerçekleştirdiği sürece varlığını sürdürebilir. Bu süreç içinde insan, iyi ya da kötü sonsuz sayıdaki eylemde bulunacaktır. Sartre için, seçim önemli bir kavramdır. Oyunumuzda seçim yapmak isteyen karakterlerimiz, aslında rolünü ve varlığını bir başkasına devretmeye çalışarak, oyun sonunda özgürlüğü tek seçen Goetz’ün eylemleri sayesinde değişime dönüşüme uğramaktadır. Goetz’ü seçmeye yönlendiren şey ise, içinde taşıdığı özgürlük duygusudur. İnsan her zaman karar vermek ve seçim yapmak zorundadır.
Sartre’a göre, bir anlamda seçmek elimizdedir, ne istersek seçebiliriz; elimizde olmayan seçmemektir. Seçmemeyi seçmek bile bir seçim olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer durum bu ise insan kendini ve dolayısıyla başkalarını ilgilendiren seçimler yapmak ve bunun sorumluluğunu taşımak zorundadır. İnancı olan karakterlere oyun boyunca baktığımızda sadece her aksiyona ve eyleme seyirci kalmaktadırlar.
Sartre özgürlük ve sorumluluk ilişkisini Denemeler’de şu şekilde anlatmıştır:
“İnsan özgürdür, yapacağını daima seçer; başkası karşısında özgürdür, başkası da sizin karşınızda özgürdür: bu kurama çok basit felsefe kitaplarında rastlanır ve ben de onu özgürlüğümü tanımlamak için aklımda tutmuştum, ama benim gerçekten söylemek istediğime yetmiyordu. Benim söylemek istediğim, insanın kendinden sorumlu olduğuydu, hatta eylemler kendinin dışında bir şey tarafından dürtüklenmiş de olsa… Her eylem bir takım alışkanlıkları benimsenmiş düşünceleri, simgeleri beraberinde getirir ve öte yandan bizim en derin yerlerimizden çıkıp gelen ve bizim ilk özgürlüğümüzle ilgili bir şey taşır.”
Özgürlüğü istediğimizde, onun tamamen başkalarının özgürlüğüne, başkalarının özgürlüğünün de bizimkine bağlı olduğunu anlarız.
“Benim varoluşum başkasının varoluşunu da üstüne alır; benim varoluşum başkası için, başkasının varoluşu da benim içindir.”
Oyun boyunca son sözü söyleyen daima Goetz karakteri olmaktadır. O, bilinç dışı zihin kavramını tamamen reddederek, başka bir kavram seçer ve savunur. İyiliği de kötülüğü de seçerek istediğine ulaşır. Sartre’a göre bu eylemler, insanın kendi kendisini bilinçli bir şekilde ve iyice düşünmeden aldatması anlamına gelen kötü niyet kavramıdır. Özgürlük ve buna bağlı olarak yaşanan sorumluluk duygusunun insana vermiş olduğu kaygı, kötü niyeti meydana getirir. Goetz’ün ikinci perdedeki iyiliği, gerçeği başkalarından saklayan bir yalancı gibi, gerçeğini kendisinden saklar. Kötü niyette iyi olmakta bir zar atışıyla gelmez tamamen bilincin kendi kendisini etkilemesiyle oluşur.
Sartre’a göre kötü niyet, “…düşünümden az ya da çok bilinçli olarak kaçınmak; dünyanın düşünülmeden fark edilmiş rengi ve anlamı içine gömülmek; duygusal bir yargıya takılıp kalmak ve onun üzerinde ısrar etmek; ya da bir başkasının verdiği değerin sonucu olan iç rahatlığıyla yetinmek istemektir.”
Goetz’ün kötü biri olmasındaki en önemli sebep, insanın özgürlüğünden ve sorumluluğundan korkarak ondan kaçmaya çalışmasıdır. İnsan bu şekilde, varoluşunun sorumluluğundan kurtulacağını düşünerek kendisini kandırır. İnsanın kaçışı her şeyden önce kendi varlığından bir kaçıştır. Kendi kendisiyle özdeş ve değişmez olan kendinde varlıkla birleşmek ister.
Özgürlükten, sorumluluktan, hiçlikten kaçan insanın içindeki istek, kendinde varlık haline gelebilmek ve içindeki boşluğu kapatabilmektir. Bu düşünceleri, Hilda Lemm adındaki karakterin eylemlerinde görmekteyiz. İnsanın aradığı ve ulaşmayı arzuladığı şey, hem nesnelerin sağlamlığını ve değişmezliğini (kendinde varlığa) hem de bilincin saydamlığını aynı anda taşıyabilmektir. Ancak Sartre’a göre bu imkânsız bir sentezdir. Çünkü kendinde varlık ve kendisi için varlık arasında meydana gelen tarifi imkânsız bu sentez, Tanrı karakterinden başka bir şey değildir. Bu iki varlık türünün birleşip bütünleşmesi anlamına gelen Tanrı, birbirine indirgenemeyen iki varlık alanının birleşmesini ifade ettiği için çelişiktir. Böyle bir bütünlük hiçbir zaman meydana gelmeyecektir. Oyun boyunca da Tanrı ve Goetz arasındaki ilişkisi bu anlamda vurgulanmıştır.
İnsan sürekli olarak bu istek peşinde koşan, Tanrı olmayı özleyen varlıktır. Bu imkânsız birleşme isteği bilincin talihsizliğini meydana getirir. Bilincin tamlığa erişme isteği sürekli olarak onu rahatsız eder. Tanrı kavramı bir çelişme olduğu için, insanın çabası boşuna bir çabadır. Kendi kendisini sürekli bir yeniden yaratma durumunda olan insan, bir varoluş olarak, kendisini bir anda terk edilmiş olarak bulur ve umutsuzluğa düşer. Goetz karakterinin ikinci perdede, sahne sahne umutsuzluk ve karamsarlığa düşmesini görmekteyiz. Goetz iyiliğinin eylemlerinde bile kendisini tüm özgürlüğü ve sorumluluğu içinde, tek başına bırakılmış hisseder. Karakterimiz bu durumda geçmişe dönemez, geleceğe güvenemez ve şimdinin kendisi için boş bir imkân olduğunu düşünür. Bu nedenle Goetz’ün kendisine ormanda aç susuz çile çektirmesindeki amaç, saçma bir iyilik oyunun içinde kendisini yalnız hisseder. Aslında saçma, hayata ve dünyaya yakıştırılabilecek yegâne vasıftır. Doğmak, yaşamak, ölmek ve eylemde bulunmak saçmadır.
Sartre’a göre insan, dünya içinde sebepsiz olarak mevcuttur. Sartre, insanın bu durumuna onun “yapaylığı (facticité)” adını verir. İnsan, yokluk tarafından dünyanın herhangi bir yerine atılmış ve terk edilmiştir. Bunun ötesinde bir insan durumu yoktur. Salt bir yalnızlığa mahkûm olan insan, her an ölüme ve yokluğa doğru gitmektedir. İnsan, saçma dünya karşısında endişe içindedir. İnsan dünyanın bu saçma ve fazladan varlığı karşısında yoğun bir bulantı ve tiksinti duygusuna kapılır.
Saçma düşüncesi, Camus’da bilinç ile dünya arasındaki kopuşu ifade ederek insanda bir başkaldırıya sebep olurken, Sartre da insanı tiksinti ve bulantı ile yüz yüze bırakır. İnsan tüm özgürlüğü ve sorumluluğuyla, dünyanın sebepsiz ve saçma varlığıyla karşı karşıyadır.
İnsanın kendi özgür varlığının farkına varması ıstıraplı bir süreçtir. Bu anlamda insanın hissettiği acı ve ıstırap, özgürlük bilincinin öznel yapısıdır. İnsanın kendi özgürlüğünün bilincine sıkıntı ile varır. Sıkıntı aracılığıyla özgürlük kendini açığa çıkarır. Buna göre hiçlik, özgürlük ve sıkıntı iç içe geçmiş kavramlardır. Bunlar insan varlığının ayırt edici özellikleridir. Hilda oyun süreci boyunca, bu acı ve ıstıraplı insanların farkındalıklarını ve onların mutsuzluklarını istemektedir. O hiçliği farkına varmış ve kendisini insanlarla var etmeye çalışmaktadır.
İnsan hiçbir destek ve hiçbir yardım olmadan, her an insanı yaratmaya mahkûmdur. İnsanın bağlanacağı hiçbir manevi değer ve ona dışarıdan zorla kabul ettirilecek inanç olmadığı için tek gerçek eylemdir. İnsan eylemlerinin toplamından ibarettir.
Bu yazının anlatanı olarak okuduğum oyundaki tüm eylemlerden sorumluyum. Bu oyunu kaleme almak da bir seçimdir. Sizler de bu oyunu okuyucusu / seyircisi olarak, düşüncelerimizden sorumlusunuz, kaçamazsınız artık çünkü karar verdiniz. Şimdi baş başa kaldık yazılan metinde ve artık özgürüz.